İş hayatında kadın
Kadın geçmiş dönemlerde doğurganlığı nedeni ile bereketi yansıttığından, toplumda değerli bir varlık olarak saygı görürdü. Bu dönemlerde anaerkil toplumlara oldukça sık rastlanırdı. Ve bu toplumlarda kadınların üstünlüğü tartışılmaz, hüküm verme yetkisi de kendilerine tanınırdı. Günümüzde özellikle yaşadığımız topraklarda anaerkil düzen sürmek bir yana kadının aile içinde, halk arasında ve iş hayatında ne kadar saygı gördüğü tartışılır bir konu haline gelmiştir. Oysaki istatistiklere göre kadınlar dünya nüfusunun yarısını ve iş gücünün üçte birini oluşturmakta.
Biz bu yazımızda ağırlıkla kadınların üçte birini oluşturduğu iş hayatındaki yerlerinden, karşılaştıkları zorluklardan ya da kolaylıklardan, kısaca yaşadıklarından bahsedeceğiz. Öncelikle kentsel ve kırsal kesimde kadının iş gücüne katılımı farklılık göstermektedir. Kentsel alanda katılımın fazla olduğunu düşünürseniz yanılırsınız, çünkü kırsal alanda kadının iş gücüne katılımı kentsel alana oranla iki hatta üç kat daha fazladır. Bu alanda kadınlar en çok tarlalar da iş gücüne katılım sağlamaktadır. Kadınların istihdam kolları özellikle part-time işçilik, imalat, tarım işçiliği, parça başı üretim olarak belirlenmiştir. Ofis ortamında masa başında çalışan kadınların oranı az önce saydığımız alanlara nazaran oldukça düşüktür. Burada önemli olan şudur ki ister kırsal ister kentsel alanda çalışsın kadın emeğinin karşılığını maddi olarak da, saygınlık olarak da alamamaktadır. Özellikle ülkemizde çalışan kadınlar iş gücünün karşılığını maddi olarak alamadıkları gibi sosyal güvenlik açısından da mağdur bırakılmaktadır. Tüm bu mağduriyetlerin yanı sıra kadınların iş ortamında yetersiz görülmesi, hor görülmesi hatta
İş gücüne ve cinsel açıdan istismar edilmek istenmesi çalışma koşullarını son derece zorlamaktadır.
Kadınların iş hayatında yetersiz görülmesinin başlıca nedenlerinden biri de eğitimde ki eşitsizlikten kaynaklanmaktadır. Daha çocukluk döneminden itibaren kız çocuklarının eğitimi erkek çocuklarınınkine nazaran önemsenmeyerek ihmal edilmekte, ilerleyen yaşlarında da çocuklarına güveni tam olsa bile çevreye güveni olmayan aileler kızlarının kendilerinden uzak yerlerde öğrenim görmelerine onay vermeyerek eğitimlerine sekte vurmaktadırlar. Böylece ailesinin yanında okuma şansına sahip olsa bile kadınlar topluma atılma, sosyal hayatta kendi kendine yer edinme yetisinden eksik kalarak yetişmektedir.
Çalışan kadınların bir diğer mağduriyeti de yine ülkemizde erkek egemen toplumsal düzeni hâkim olduğundan, tüm gün çalıştıkları halde ev işlerinden de neredeyse tek başına sorumlu tutulmasıdır. Her ortamda sömürülen kadınlar böylece hayatta kendilerine bir yer ve mülk edinmekten de yoksun kalmaktadır. Verilere göre kadınların dünya üzerindeki toplam çalışma saatinin üçte ikisini karşılamasına rağmen gelirin sadece %10 unu kazanıyor olması eşitsizliğin ne derece büyük olduğunun en çarpıcı göstergesidir. Kadınların iş hayatına atılması başlı başına bir girişimken aile ekonomisine katkı olarak adlandırılması bile toplumun gözünde kadınların birey olarak saygı ve kabul görmediğinin açık bir ifadesidir.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen eğitim imkânlarının eşitlenmesi, ataerkil bir toplum olarak erkeklerin çocukluğundan itibaren kadına ve emeğe saygı konusunda bilinçli bir şekilde yetiştirilmesi ve kadınlar arasında ki dayanışmanın arttırılması ile kadınların hem toplumda hem de iş hayatında daha iyi yerlere, aslında hak ettiği yere gelmesi mümkün olacaktır.