İnsan, çeşitli etkilerin sonucu pek çok şeye öfke duyabilir. Örneğin başkasından gördüğümüz saldırgan tutumlar, kendimize karşı adaletsiz bir davranışı gördüğümüzde, çok istediğimiz bir şeye ulaşamayıp hayal kırıklığı yaşadığımızda tabii olarak öfke duyarız.
Tüm psikiyatristlerin ve buna benzer bilim dallarıyla uğraşan uzmanların hemfikir olduğu bir konu öfke, bireyin en güçlü duygusudur. Öfke, ancak problemlerle karşılaşıldığında bir çözüm yolu gösterebiliyor ve kişiye istediği gücü sağlıyorsa faydalı hale gelir. Ancak tüm bu faydasına rağmen öfke, kontrollü bir şekilde tutulmazsa bireyin başkalarıyla olan ilişkileri ve günlük yaşantısı üzerinde oldukça fazla negatif etki bırakır ve insanın zihnini ve ruhunu yıpratır.
İnsanoğlu, yaşamı içinde karşılaştığı her türlü olaya mutlaka bir tepki verir. Psikologların etki – tepki diye tanımladıkları bu durum, bireyin irsi olarak getirdiği genetik özellikleri, yaşadığı çevreden edindiği bilgiler ve zihinsel faaliyetleri neticesinde herkeste farklı tepkilerin ortaya çıkmasına sebep olur. Örneğin, trafikte korna çalınmasına çok öfkeli bir ruh yapısıyla cevap veren kişilerin olabileceği gibi aksi yönde hiç tepki vermeyenin de varlığı muhakkaktır, bir de her iki zıt tutumun ortasında olup nazikçe, yani öfkesiz bir şekilde tepki verenler de vardır.
İnsan, en çok öfkeyi bireysel olan günlük yaşamında duyar. Sabah uyanamadığında için işe geç kaldığı için öfke duyar, bineceği otobüsün geç geldiği için öfke duyar, trafik olduğu için öfke duyar, aile bireylerin en basit hallerine öfke duyar, iş arkadaşlarının davranışlarına tepki duyar, sokakta gördüğü herhangi birisinin gözünün üstünde kaş olduğu için kızar…
Peki, kişinin basit bir şekilde günlük yaşamında duyduğu bu öfke, gerçekten insanda bir rahatlama yaratır mı? Uzmanlar, bu konuda fikir birliğine varamamış olsalar da genel bir kanı mevcuttur. Öfkeli ve kızgın olmamız bizi bir sorun karşısında güçlü kılıyor ve o sorunla baş etmemizi sağlıyorsa gerçekten faydalı olur. Ancak bu durum günlük yaşamda pek de mümkün değildir. Genellikle günlük yaşamımızdaki basit kızgınlık hali hem kendimize hem de çevremizdekilere zarar verir.
Toplumsal olarak öfke, izlenilen haberden sonra sinirlenmek, okunan gazete haberinden sonra kızmak ya da büyük toplumsal facialardan sonra toplu şekilde öfke patlamaları olarak ortaya çıkar. Bu tarz öfke patlamalarının faydaları duruma göre değişiklik gösterir. Eğer bir sonuç elde edilebiliyor ve istenilen amaca ulaşabiliyorsa faydalı, eğer sonuçsuz kalıyor ve hatta zararlı çıkılıyorsa faydasız oluyor.
Yapılan araştırmalar bir kişinin en çok öfkeyi işyerinde, çalışma ortamında duyduğunu gösteriyor. Haliyle en çok kızılan kişiler ise iş arkadaşları olmuş oluyor. Bu durumun kişiye ne gibi faydası olduğu sorgulandığında yine ortaya iki tarz sonuç çıkar. İş hayatı genellikle öfkeyi barındırmaz. Atalarımızın çok güzel olan iki atasözüne göre “Öfkeyle kalkan zararla oturur.” veya “Keskin sirke küpüne zarar verir.” şeklindedir. Çalışma ortamında daima sinirli olan kişi pek sevilmez. Her önüne gelen kişiye öfkeli davranan kişi aksi, geçimsiz olarak damgalanır. Peki, işyerinde öfkeli olmanın hiç mi faydası yoktur? Şüphesiz olduğu durumlar vardır. Buna en güzel örnek; haksızlığa uğranıldığı anda öfkesini belli eden kişinin daha sonraki süreçte tekrar haksızlığa uğrama ihtimali daha düşüktür.
Bizler, yaşamın keşmekeşliği içinde en güçlü olan duygumuzu, yani öfkemizi mutlaka kontrol etmeyi öğrenmeliyiz. Öğrenmeliyiz ki, öfkenin bize gerçekten lazım olduğu, fayda getireceği anlarda rahatlıkla öfkemizi belli edelim ve kontrolü asla elden bırakmayalım.